Yeşil Bir Sinek


Yeşil Bir Sinek

Genelde insanlar bebekleri ve çocukları yeterince ciddiye almıyormuş gibi geliyor. Her ne söylerlerse yetişkinler onları tiye alarak tekrar ediyor: “OY SENİN KAYNIN MI ACIKTII” Çocuklar soru soruyor; geçiştirmek için baştan savma cevaplar veriyorlar, “Büyüyünce anlarsın.” diyorlar bazen. Yahu küçümsediğiniz o küçük çocuklar, küçücük boylarıyla felsefenin ilahını yapıyorlar. “Neden varız?”, “Ölünce n’oluyor?”, “Allah nerede?”, “Adalet ne demek?”… Bu bir yana dursun, çocukların dünyayı bizden farklı görüyor oluşu onları çok mutlu da yapıyor. Geçen gün sevdiğim bir hocamın çocuğunu gördüm. Belki 3 belki 4 yaşında. Masaya bakıp bakıp ince sesiyle kahkaha atıyor. Sürekli küçük parmağıyla “Anne bak!” diye masayı gösteriyor. Bunca hayret ettiği şey nedir merak ettim: Yeşil bir sinekmiş. Çocuk, sineğin yeşil olmasına hayret ediyor. Yalnız bana mı öyle geliyor? Bu çok büyük bir bilgelik değil mi?

Standart, her birimiz gibi bir insan; bunu yapabildiği ilk andan itibaren koşmaya başlar. Oyunlar oynarken koşar önce, okulda anlamlandıramadığı hedefler verirler onların peşinden koşar, belki bir gün bir kızla tanışır onun peşinden koşar, sonra da paranın peşinden koşmaya başlar. Senaryo daha iyimser de olabilir tabii bilemem. Benim net bir şekilde bildiğim tek nokta var ki hepimiz kendi koşumuzun içinde etrafımızdan akıp giden bazı güzellikleri kaçırıyoruz. Bu güzellikler bazen olduğumuz kişiyle, bazen olduğumuz yer ve zamanla ilintili. Koşarken bir sonraki adımımız için o kadar odaklıyız ki gözlerimizi yoldan ayıramıyoruz. Oysa geçip gitmekte ısrarcı olduğumuz o yol ne güzelliklerle bezeli. Kendimi sıkıcı öğütler veren bir ihtiyar gibi hissetmekten alıkoyamıyorum ama düşün: Bir sürahiden bir bardağa su koyuyorsun, su taneleri yuvarlana yuvarlana sürahiden bardağa düşüyor, gel gör ki bardakla sürahi arasındaki hat olabilecek en zarif haliyle durgun bir poz veriyor. Bu nasıl mümkün? Sonra mesela o bardağa bir gül yaprağı düşsün. O ne büyülü bir dans, nasıl güzel salınmak... 

Hayret etmek için nicel olarak büyük şeylere mi ihtiyacımız var? Mutlu olmak için parayla tanımlanmış bir güzellik mi arıyoruz?

İnsan yaşlanıp adımları azaldıkça bunu fark ediyor sanırım: Mutluluğun ne kadar hızlı koştuğunla alakası olmadığını. Onun bardağa dolan bir miktar suyla da, yeşil bir sinekle de seni bulacağını. Aynısı bir şekilde çocuklara da malum olmuş. Hiçbir aceleleri yok. Etrafta olan biteni seyredip keyfini çıkarıyorlar. Peki insan tecrübe kazandıkça ilk keşfettiği dünyayı deneyimleme yönteminin daha doğru olduğuna kanaat getirecekse onu koşması gerektiğine inandıran ne?

Anladığım kadarını anlatmaya çalışsam da şahsen bunu idrak edebilmiş değilim. Zaten pek yaşlı da sayılmam. Ama yine bu yaşlı insanların söylediğine göre üç hafta gibi geçen bir zaman sonra onların yerinde olacağım. Deneyimlediğimde düzenleme girerim.

Sağlıcakla,

Buğra

Yorumlar

Popüler Yayınlar