BİR DOSTUMUZ: KIRIM
Bu yazıda çok önemli bir konuyu
inceleyeceğiz: Kırım'ı ve Kırım Türklerini. Yakın tarihte çok büyük acılara,
soykırımlara ve sürgünlere tanıklık etmiş Kırım Tatarlarını inceleyeceğiz.
Bölgenin siyasi durumu şu anda çok karışık. Bölge, Birleşmiş Milletlere göre
Ukrayna'nın bir parçası olsa da, de facto olarak Rusya'ya bağlı. Kırım'da 2014
sayımlarına göre 232.340 Kırım Tatarı bulunuyor ve bu sayı toplam nüfusun yüzde
10.6'sına tekabül ediyor. Bu nüfusun tarihsel gelişimine bakacak olursak çok
dramatik bir tablo bizi karşılıyor. 1795 yılında Kırım Tatarlarının bölge
nüfusuna oranı 87.6%'ya denk gelirken bu tarihten sonra kademeli bir azalma
görmekteyiz. Bu durumda Kırım Hanlığı'nın dağılmasının ve Rusların bölgeyi
Slavlaştırma çabasının da etkisi büyük. 1800'lerin sonlarına geldiğimizde bu
oranın 50%'lere kadar gerilediğini görüyoruz. İkinci Dünya Savaşı sonrası
Stalin'in emriyle uygulanan sürgün ve soykırımlar ile bölgedeki Türk nüfusu
neredeyse sıfırlanmış fakat SSCB'nin dağılmasından sonra Ukrayna Hükümeti'nin
sürgündeki Tatarların yurtlarına dönebilmesi hususundaki yasayı çıkartmasının
ardından bir kısım Tatar geri dönmüş ve Kırım'daki Türk nüfusu tekrar 10%
bandına kadar yükselmiştir. Şimdi bu tarihsel süreci bölgeye ilk Türk
yerleşmelerinden itibaren inceleyip bir neticeye varmaya çalışacağız. Lakin bu
yazının bir makale ciddiyetinde olmadığını ve benim de bir tarihçi olmadığımı
göz önünde bulundurarak okumanızı rica ediyorum. Amacımız hem biraz genel
kültür katmak hem de bilinç oluşturmaya çalışmaktır.
Cengiz'in imparatorluğunun
parçalarından birisi olan Altın Orda Hanlığı 15. yüzyıla gelindiğinde
zayıflamaya başlamış ve yüzyıllar alan bir süreçte, Kıpçak kabilelerince
Türkleştirilen Kırım'da Hacı Giray Han tarafından kendi başına müstakil bir
devlet olarak Kırım Hanlığı kurulmuş ve yıllarca bölgede hüküm sürmüştür. Hacı
Giray, Kırım Hanı olarak kendi hanedanını kurmuş ve bu andan itibaren Kırım
Hanları Giray sülalesinden tahta geçmiştir. Kuvvetle muhtemel olarak Hacı
Giray, Cengiz Han'ın oğlu Cuci'nin soyundan geliyordu ve bu durum Giray
Hanedanına bir meşruiyet kazandırıyordu. Bu yüzden Osmanlı vakainamelerinde
Giray ailesi için Al-i Cengiz ibaresi kullanılmıştır. Fakat şu unutulmamalıdır
ki yönetimdeki aile her ne kadar Moğol kökenli Türkleşmiş bir aile olsa da
bölge halkı Kıpçak Türklerinden olan Tatarlardan oluşmaktadır.
Hacı Giray'ın ölmesinden sonra taht
kavgaları başlamış ve Osmanlı Devleti duruma el koyarak Hacı Giray'ın
oğullarından Mengli Giray'ın tahta çıkmasını sağlamıştır. Bu süreçten itibaren
Kırım Hanlığı, Osmanlı'nın en sadık müttefiklerinden birisi olmuştur. Yeni kurulan
hanlığa başkent olarak Bahçesaray seçilmiştir. İlk başlarda küçük bir yerleşim
yeri olan Bahçesaray, Kırım Hanlarının yaptırmaya başladığı Hansaray ile büyük
bir hızla gelişmiş ve önemli bir kültür merkezi haline gelmişti. Şehir asma
bahçeleri ile ünlüydü ve han şehre isim seçilirken bu gül bahçelerinden ilham
almıştı. Hansaray yapılırken hem Osmanlı mimarlarından hem de İtalyan Rönesans
mimarlarından yardım alınmıştı. Sarayla birlikte üniversite düzeyinde eğitim
veren bir medrese de Mengli Giray tarafından yaptırılmıştı. Tabii medrese
denince günümüzde dini eğitim veren yerler akılda canlansa da bu durum eskiden
geçerli değildi. Filoloji, mantık, felsefe, hitabet gibi derslerin yanında
hukuk, matematik, astronomi gibi dersler de medresede veriliyordu. Bu
medresenin en ikonik özelliği de ana giriş kapısına gerilmiş zincirdi. Han'ın
özel emriyle yaptırılan bu zincir, okula giren kişi han bile olsa bilginin
önünde eğilmesi gerektiğini temsil edecek şekilde altından geçilecek biçimde
dizayn edilmişti.
Saray ve çevresi Rus işgalinden sonra
istilalara uğramış, yakılmış ve tahrif edilmişti. Çok kez birçok bilim adamının
da yardımıyla restorasyon geçiren sarayın bugün kapladığı alan asıl alanının
yaklaşık dörtte biridir. Saray kompleksini birazdan yakından incelemek
istiyorum çünkü eğer bir toplumu tanımak istiyorsak onların en önemli mimari
eserlerini incelemeliyiz. Çünkü bir toplumun sanat anlayışı onların yaşamı ve
kültürü hakkında bize son derece önemli bilgiler sunacaktır. Öncelikle girişte
bizi saray meydanı karşılamaktadır. Yapılan peyzaj ve iyileştirme çalışmaları
ile günümüzde de oldukça yeşillik ve ağaçlık olan meydanı Büyük Han Camii,
Şahin Kulesi ve diğer önemli yapılar çevrelemektedir. Sarayda en göze çarpan
yer ise sanırım Büyük Han Camii'dir. Yapının, her biri 28 metre uzunluğunda iki
minaresi mevcuttur. Kırım mimarisinin en ince işçiliğini yansıtan yapı oldukça
zarif, şık ve dönemin sanat anlayışını anlatır niteliktedir. Sarayı oluşturan
Büyük Divan, Çardaklar, bahçeler yine aynı zarafete sahiptir. Üzerine detaylı
konuşmamız gereken bir diğer yapı ise kuşkusuz Gözyaşı Çeşmesi'dir. Kırım Giray
tarafından Ömer isimli bir mimara yaptırılmıştır. Bir rivayete göre Han bu
çeşmeyi çok sevip kavuşamadığı Dilara Hanım anısına yaptırmıştı. Bu çeşme
Puşkin'e de ilham olmuş ve şu şiiri yazdırmıştı;
Ah aşk çeşmesi, ah hüzün çeşmesi
Dinledim senin taş dudaklarından uzun
hikâyeleri
Ah uzaktır, acı ve mutluluğun parçaları
Fakat Maria’dan hiçbir kelime çıkmadı
Bölge Türklerinin yaşayışı ise bizden
neredeyse farksızdır. Azerbaycan bize ne kadar yakınsa onlar da o kadar
yakındır. Bir Kırımlının konuşmasını bir Türk olarak çok rahat
anlayabilirsiniz, pek farklı değildir. Yarı-göçebe bir yaşam sürüyorlardı tabii
o zamanlar ve klasik Türk geleneklerini devam ettiriyorlardı. Halkın yaşayış ve
kültürünü daha iyi anlatabilmek amacıyla birkaç fotoğraf ekleyeceğim.
Tabii ki burada uzun uzun Kırım
Hanlığı'nın siyasi tarihini anlatmayacağız fakat süreci yakından görebilmek
amacıyla önemli noktalara değinmek zorundayız.
1500'ler ve 1600'lar Kırım'ın Altın
Çağı idi. Moskova birkaç defa kuşatılmış, Ruslar yenilmiş ve vergiye
bağlanmıştı. Fakat bu durum 1700'lü yıllarda değişmeye başlamış, Kırım savunan
taraf olmuştu. 1774 yılında imzalanan Küçük Kaynarca Antlaşması ile Kırım
Hanlığı, Osmanlı'dan ayrılmış bağımsız bir hale getirilmiş, bundan 9 yıl sonra
da 1783'te Ruslar tarafından ilhak edilmişti. O yıldan sonra Kırım her zaman
Rus toprağı olmuş ve bölge zamanla oraya suni olarak yerleştirilen Ruslarla
Slavlaştırılmıştır. Bu süreçte Tatarların bölgeden sürgün edilmesi Rus
yetkililerce çokça kez konuşulmuş fakat neticeye bağlanmamıştır. Nihayetinde
İkinci Dünya Savaşı sonunda Tatarların, Nazilere yardım ettiği gerekçesiyle
tehciri için Stalin kolları sıvamıştı. Bu şekilde Tatarlar vatanlarından uzağa
(bir kısmı Sibirya'ya, bir kısmı Orta Asya'ya olmak üzere) sürülmüş, bu süreçte
Tatar nüfusunun yaklaşık %18-%46'sı ölmüş, geri kalanlar da vatanlarından uzakta
yaşamaya mahkum edilmiştir. SSCB'nin dağıldığı 1991 yılına kadar bölgedeki
Tatar varlığı ile ilgili bir kayda sahip değiliz. Bu şekilde bölgedeki Tatar
varlığı yok edilmişti fakat bu hikaye burada bitmeyecekti.
(Yukarıdaki tablo yıllara göre Kırım nüfusunun etnik dağılımını göstermektedir.) |
Sovyetlerin yıkılmasından sonra Kırım
Ukrayna'ya bağlanmıştı. Ukrayna hükümetinin onayladığı yasayla sürgündeki
Türklerin vatanlanlarına dönüşüne izin verilmişti. O günden 2014 yılına kadar
yaklaşık 300.000 kişi geri döndü. Fakat bu dönüş Rusya'nın Kırım'ın kontrolünü
fiilen ele geçirince sekteye uğradı. Ardından başlayan Rusya-Ukrayna savaşı ile
işler daha da içinden çıkılmaz bir hale geldi. Bugün bölgede durum hâlâ çok
karışıktır ve orta yolun bulunması da zor gözükmektedir...
Ömer Özdemir
Yorumlar
Yorum Gönder